17 Aralık 2011

Yasemin Soysal: Yaprak Dökümü Tadında Hayatlar...

Yasemin Soysal: Yaprak Dökümü Tadında Hayatlar...: Yaprak dökümü tadında hayatlar değil,  Acılardan çıkma hızımızdır bizi olgunlaştıran… Etrafıma bakıyorum, her şeyi zorlaştırdığımız bir dö...

14 Aralık 2011

Yaprak Dökümü Tadında Hayatlar...


Yaprak dökümü tadında hayatlar değil,  Acılardan çıkma hızımızdır bizi olgunlaştıran…

Etrafıma bakıyorum, her şeyi zorlaştırdığımız bir dönem içersinde bilmediğimiz bir ruh halinde yaşıyoruz. Acılarla olgunlaşacağımızı düşündüğümüz yaşantılar yaşıyoruz. Bazılarımız Tasavvuf yolunda, bazıları spiritüel, bazıları Müslüman, bazıları Hıristiyan, bazıları Sadu. Fakiri sınandığını düşündüğü için çilekeş, spiritüeli aydınlanacağı için... Farkındalıkların artması için çile mi çekmek gerekir diye sormadan edemiyorum. Aydınlanmak için acı çekenler başka, ruhsallık için zorlananlar başka. İyi insan olmanın hayatın sillesini yemekle olacağını düşünenler ise bambaşka…

Hep aynı şey söyleniyor. Acılar olgunlaştırır. Acı bize geldiği için mi olgunlaşıyoruz, yoksa acıyı gönderebildiğimiz için mi?
Peki, baştan tek tek gidelim. Diyelim ki yaradanım bana bir sınav verdi ve ben acı çekiyorum. Bu acıda her gün beni yakıp kavuruyor.
Acı nedir? Acı, baş edemediğimiz ruh halidir, öyle değil mi! O ruh hali ile baş edemezsek canımız çok ama çok yanabilir. Âşık olduğumuz kişiden ayrılır ve bu ruh haliyle baş edemezsek deli gibi canımız yanar, acı çekeriz. İşten atılır ve içinde kaldığımız ruh halinden kurtulamazsak depresyona gireriz ve acı çekeriz. Herkesin içinde küçük duruma düşer ve kendimizi ifade edemezsek acı çekeriz.  Buraya kadar tamam...

Peki, bir de duruma şu yönden bakalım; Acı çekmediğin gün o ruh hali ile baş edebilmesini öğrenmişsindir ve bunun adı artık acı olmaz. Öyle değil mi? Kendine yeni bir sevgili bulursun, yeni bir iş, yeni bir görünüş, yeni bir bakış acısı ya da yetenek… Acı çekmediğin gün olgunlaşmışsındır. Ondan kurtulduğun gün bu ruh hali artık yoktur. Özgürsündür. Artık yeni durumla baş edebilirisin. O zaman onsuzluk mudur olgunlaştıran, yoksa o ruh halinde kalmak mıdır? Madem kurtulduğumuz gün olgunlaşıyoruz, o zaman neden içinden çıkamadığımız gün sınandığımızı düşünüp olgunlaşma oyunları oynuyoruz. Yoksa beceriksizliğimizle yüzleşemediğimiz için kocaman bir ego yalanımı söylüyoruz kendimize. “Beceriksiz, aylardır bu ruh halinden kurtulamadın demek yerine, ben susmayı, acı karışında sesimi çıkarmadan nefsimi terbiye etmeyi öğreniyorum.” demeyi mi seçiyoruz.
Peki bu acı dan kurtulmamız uzun sürerse ne olacak? 10 yıl, 5 yıl, 3 ay acı çekmeye devam edersek daha çok mu olgunlaşmış olacağız? Uzun süre acıların içerisinde kalıyoruz. Evet, bazen biz çıkamıyoruz bazen hayat izin vermiyor. Bazen de çıkmak istemiyoruz. Peki, o ruh hallerinden hızlıca çıktığımızda ne olacak? O zaman nefsimi tam terbiye edemeden sınavı geçmiş mi olacağım, yoksa sınıfta mı kalmış olacağım? Hızlıca kurtulmak mı başarı olacak, yoksa aylarca o ruh halinde kalıp terbiye dersleri görmek mi! Kendimize söylediğimiz yalanların içerisinde sıkışıp kalacağız. Bu da yetmezmiş gibi bilinçaltıma acının iyi bir şey olduğunu inandıracağım. Acılar insanı olgunlaştırır o zaman çok acı çok olgunluk…
Acaba acılar mı insanı olgunlaştırır yoksa acılardan çıkma hızımız mı? Onlardan ne kadar çabuk sıyrıldığımız mı bizi olgun yapacak yoksa acıyı acı gibi hissetmediğimiz gün mü olgunlaşmış olacağız.
Belki diyeceksiniz ki bizim bu acılara ihtiyacımız var. Olgunlaşmamız için acılar şart. Acının gelip gitmesi farklıdır, acıyla yaşamak farklıdır. O zaman yıllarca acıda kalalım. 10 yıl antidepresanla birlikte acıyı deneyimleyelim. Olgunluk üzerine olgunluk yaşayalım. Sonunda bilgeliği tadalım. İçinden kurtulamayıp, beceriksizce içinde kaldığımız ruh halleri, ne zamandan beri aydınlanmanın yolu oldu. Aydınlanmayı çilekeşte arayan insan hala arayan insandır.

Ceza ne kadar insan gibi insan düşüncesi değil mi. Çocukluğumun, ana kuralları. Bilinçaltım ana teması. Bilinçaltıma işlenmiş bir korku ama sonunda ödül var. Herkes hep aynısı yapıyor. Hep böyle öğretilmiş. Acının arkasında büyük ödüller var. Biz acıyı da büyük ödüller için çekiyoruz. Yine altında takdir edilme, beslenme, toplumsal saygınlık, egosal durumlar yatıyor. Farkındalığımın artmasını bile bir beklenti halinde istiyorum. Farkındalığımın artmasını; Sadece yaşamayı yaşamak için değil. Kim olduğumu bilmek, günlerce kahkaha atabilmek, keyiften gözümden yaşlar gelmesi için değil. Yine insan ve insan gibi istiyoruz.

Komik değil mi, yaratım akıştır, zorluğu ise insan bilir. Yaradılış koşulsuz veriş halidir, koşullarla veren insandır. Yapış yaradana aittir, yaptığı için takdir görmeyi bekleyen yine insandır. Zorluğu çekmenin iyi bir şey olduğunu düşünen yine insandır. Şunu sorabilirsiniz, iyide ben yaratıcı değilim, tabi ki acı çekeceğim.  Tabi ki acı çekeceğiz, “Yaşadığımız acılardan bahsetmiyorum, acı çekmek için yaşadığımız hayatlardan bahsediyorum.” Her adaptasyon, her yeni bilgi, her deneyim öncesi küçük ya da büyük acı olabilir.

Acı veren olaylar olmaya devam edip artık onun acı diye nitelendirmediğimizde, artık bizim için acı çekmek kalkacaktır. Acı çekmenin kalktığı gün olgunlaşma başlayacaktır. Artık gelen acılar sizi eskisi gibi etkilemediğinde sadece oluş halinde yaşam kalır. İşte acı içinizden geçip gittiğinde bilgelik kalır geriye. Acıyla olgunlaşmayız, acısız haller olgunluğu bulduğumuz haller olacaktır. Bir gün egoyu, insan gibi düşünmeyi bırakıp evrenle dans etmeye başladığımızda müziği duyacağız. Ve geriye dans etmekten başka bir şey kalmayacak. Acılar gelecek, çünkü mücadele edemediğimiz için adı acı olacak. Baş etmesini öğrendiğimiz gün artık bu acı değil sadece oluş hali olacak. Bir gün bir olay olup canım çok yandığında o gün bileceğim ki ben olgunlaşmıyorum, olgunluktan uzak korkularım ve inançlarımla baş etmesini öğreniyorum. Olgunlaşmaya başladığım gün acıyı hissetmediğim gün olacak. Acılar değil acısızlıklar olgunlaştıracak.

Müziği dinliyorum, sadece dans etmek istiyorum. Kollarımı açıp dans ettiğim gün, yüzüme vuran serinlik,  keyiften gözümden damlayan gözyaşları ile birleştiğinde ben kaybolmayı diliyorum... 

9 Aralık 2011

“Tek Şişman Beyniniz”

"Habertürk gazetesi için hazırladığım yazıyı, okunur halde sizlerle paylaşmak istedim. Afiyet olsun;)"




Bir çok kişi hep aynı soruyu soruyor, neden suçlu beynimiz. Diyorum, bedenin bir suçu yok. Bizim doğamız ve bedenimiz sürekli yemek yemeğe programlanmamış. Bedenimiz ne zaman ne yemesi gerektiğini çok iyi biliyor. Hatta ve hatta hangi besinden ne kadar tüketmesi gerektiğini hesaplayabiliyor. Tıpkı doğadaki diğer hayvanlar gibi. Siz doğada hiç şişman bir hayvan gördünüz mü? Göremezsiniz. Evde beslenen hayvanlar şişman doğru, çünkü bu hayvanları da insanlar besliyor. Doğada ki canlılar bedenleri acıktığında, ihtiyacı olan besinleri tüketerek yaşamlarını devam ettiriyorlar. Biz dünyaya bu hayvanlardan çok daha donanımlı geldik diye düşünüyorum. Bizler neler yememiz gerektiğiniz çok iyi bilecek canlılarız. Fakat işin içine ne zaman beynimiz yani düşüncelerimiz girse işte durumlar biraz karışıyor. İşte o noktada biz beynimizle tüm bedensel düzenimizi alt üst edebiliyoruz. Düşüncelerimizle fazla yemek yemeğe konsantre olabiliyoruz. Bence çok zor bir iş ama başarıyoruz. Yani bedenin ihtiyacı olandan fazlasını zorla bedene sokabiliyoruz. Tabi bunu yaparken çok özel bir titizlikle çalışıyoruz. Bedenimizi kusturmadan, midesini bulandırmadan iyi bir kontastrasyonla bunu gerçekleştiriyoruz. İnsanlar şişmanlamanın çok kolay kilo vermenin çok zor olduğunu düşünüyor. Size sormak istiyorum, kendi doğasına aykırı bir şeyler yapmak ne zamandan beri kolay oldu? Kilo almak için özel düşünce çalışmaları yapmanız gerekiyor. Kolay mı o kadar besini bedene al, sonrada günlük hayatına hiç bir şey olmamış gibi devam et. Sonrasında, ben düşüncelerinizle zayıflayabilirsiniz dediğimde insanlar şaşkınlıkla bakıyorlar. Kilo alırken de düşünceleri ile kilo alıyorlar farkında değiller. Siz şişmanlamak için özel diyet listeleri, programlar, ilaçlar kullanıyor musunuz? Şişmanlamak kendiliğinden oluyorsa, ki doğamıza aykırı bir durum, neden zayıflamakta kendiliğinden olamıyor. 

Tıpkı seks gibi. Doğada ki tüm canlılar üremek için birlikte olurken, insanoğlu sadece zevk için birlikte olabiliyor. Doğada ki canlılar hayatta kalmak için beslenirken, insanoğlu zevk için yemek yiyebiliyor. İşin trajik kısmı, sadece zevk için değil, mutsuzlukta, öfkede, değersilikte, yalnızlıkta, mutlulukta, aşkta, keyifliyken... her türlü ruh hali için yemek yiyebilen tek canlı grubuyuz. Ve zavallı bedenimizde tüm bunlara ayak uydurabilmek için elinden geleni yapıyor. halbuki bedenimizi dinlesek kilo problemi denilen şeyin ortadan kalktığını göreceksiniz. Bedenimiz için yiyebilsek zaten hep fit ve zayıf bir fiziğe sahip olacağız. 
Tabi bedeni dinlemek onun kurallarına göre hareket etmeyi getiriyor. Yani sabah kahvaltısını illa peynir, zeytin, çayla yapmayacaksınız. Belki bir sabah roka, çilekler, belki bir sabah meyveler, belki başka bir sabah tantuni ile yapacaksınız.  Çünkü beden için gündüz yenmesi gerekenler, öğlen yemesi gerekenler veya akşam yenmesi gerekenler diye bir kategori yok. Yani bir çok insanın bu söylediklerime şöyle dediklerini biliyorum. “ Bir sağlıklı yaşam eğitmeninin sabah sabah yiyeceği şeyler mi bunlar” Bunu söyleyen kişinin 3 saat önce sabah'a karşı 5.30 da gece eğlencesinden sonra işkembe çorbası içtiğini bilirim. Yani güneş doğmadığı sürece her şeyi yiyip içmek serbest. Sabahın bir vakti sarımsaklı işkembeyi içerken sorun yok, 2 saat sonra güneş doğunca tüm kurallar bozuluyor. Ve bir anda beden sabah moduna geçiyor. Televizyon programı mı bu beden? sabah kuşağı, öğle kuşa, akşam kuşağı olsun. Ve sonra 3 saat sonra uyanıp güne iyi başlamalıyım, güzel bir kahvaltı beni bekliyor deyip bir de oturup kahvaltı yapmak mı sağlıklı? Daha yediği işkembe çorbası midede duruyor, belli ki bedenin henüz bunu eritememiş. Ve bedenin sen uyurken bunları eritebilmek için canı çıkmış. Ve şimdi sen sağlıklı beslenme adı altında güzel bir kahvaltımı yapacaksın. Dur bekle, dinle bakalım bedenin senden ne istiyor. Belki sadece bir dilim elmayla güne başlayacak, belki bol su isteyecek. Onu bir kenara atıp zihnin sana yüklediği sağlıklı yaşamla ilgili verileri kullanmaya kalkarsan muhakkak ki bir yerlerden sorun çıkacak.
Bizler hayatın içerisinde hayatı yaşamayı seven, hayatın zevkleri için sürecimizi geçirebilen canlılarız. Tabi ki bir akşam eğlenecek sonrasında yasaklı ne varsa tüketeceğiz. Yenmemesi gereken ne varsa kaçamaklar yapıp tadına bakacağız. Önemli olan sonrası. Sonra ne yapıyoruz. Ardından bedenimizi dinleyip tüm bu durumları normale mi çeviriyoruz yoksa, yine zihnimizle yemek yemenin içerisinde kayboluyor muyuz? Şimdi biraz da bedeni dinleme vakti. Hafif kalabilmek için onun ne istediğini dinleme vakti. Belki bana diyeceksiniz ki benim bedenim hep çikolata istiyor. Yok öyle bir şey. Eğer bedeniniz kan şekeri düştüğü için çikolata istiyorsa bunu test edebilirsiniz. Bir avuç kuru üzümde çikolata kadar lezzetli görünüyorsa belli ki kan şekeriniz düşmüş. Yok kuru üzümlere burun kıvırıyorsanız sanırım siz zihni ile yiyenlerdensiniz. Hani çok aç olduğumuz anlarda bir parça ekmek içinde domates ve peynir hazırlanmıştır. Ve sanki dünyanın en lezzetli yemeğini yiyor gibi yemişizdir onu. Tadı günlerce damağımızda kalmıştır. İşte beden için yer hale geldiğinizde alacağınız lezzet hem böyle olur, hem de hala fit ve zayıf kalabilirsiniz...


Sevgilerimle

5 Aralık 2011

Basın haberleri


Son dönemde çıkan basın haberlerinden bir bölüm paylaşayım dedim. Tabi aynı zamanda beni takip eden tüm dostlarıma da teşekkür etmek istedim... Fakat sadece bir haber koydum,  resmin üzerine tıkladığınızda diğer basın haberlerine de ulaşabilirsiniz.

1 Aralık 2011

Bir Arayış Hikayesi...


Kendimizi aramaya çıkmışız, başkalarının gözüyle...


Çocukken hepimiz kaybolmuşuzdur. Yada şöyle söyleyeyim hepimiz kaybolan bir çocuk telaşı yaşamışızdır. Bilirsiniz bir anda bir çocuk ortadan kaybolur. Sokakta iki dk önce oynayan çocuk nereye gider. Evin içindeki çocuk nereye kaybolur. Okuldan eve gelen çocuk nereye ışınlanır. O çocuk bulunasıya kadar herkes aklından yüz tane seçenek geçirir. Biri sonunda nerede olabileceğine dair bir fikir oluşturmuştur ve çocuğu bulur…
Her şeye en baştan başlayalım, değişim, farkındalık, zayıflama, aydınlanma vs. adı ne olursa olsun. Hep bir arayış hali içerisindeyiz. Öyle değil mi? Sürekli arıyoruz. Gerçi tam olarakta ne aradığımızı bilmiyoruz. Bildiğimizi sanıyoruz ama aradığımız şeyden uzağız. Çünkü kendi gerçekliğimizle arıyoruz. Kendi bilme halimizle arıyoruz. Bunun neresi kötü diyebilirsiniz. Tıpkı Kaybolan bir çocuğu aramak gibi. Bir insan, bir çocuğu, kendi bakış açısı ile ararsa onun nereye gideceğini bilemez. Ancak kendisinin ve kendi dostlarının, kendi düşünce modeline sahip insanların nereye gidebileceğini bulur. Kendi gerçekliğimizle aradığımızda bir çocuğu değil, kendi bakış açımızda ki birini bulma ihtimalimiz çok daha yüksektir. İşte bu da büyük bir yanılgıya neden olur. Çocuğu böyle bulamazsınız. Çocuğu bulabilmeniz için çocuk gibi düşünmeniz gerekir. Çocuk gibi hissetmeniz ve çocuğun o günkü duygularıyla nereye gitmiş olabileceğini tahmin etmeniz gerekir. Bir çocuğun ruhuna sahipmiş gibi dünyayı algılamanız gerekir, işte o zaman çocuğun nereye gittiği ile ilgili bir fikriniz oluşur.

Kendimizi aramaya çıkmışız, başkalarının gözüyle... başkaları ile kendi hayatımızı sürekli  kıyaslayarak, kendimizi bulmaya çalışıyoruz. Tıpkı bir çocuğu aramak gibi, kendimizi başkalarının gözüyle aradığımızda, kendimizi değil, başkalarını bulacağımızı hiç tahmin etmiyoruz.
Zayıflamaya çalışıyoruz ama bir şişman gibi. Şişman bir insanın gözünden dünyaya bakıyoruz.  Zayıflamaya çalışıyoruz ama bir şişmanın gözüyle, Çikolatalı, pastalı, yemekli ödüllerle. Şişman gibi düşünüp, şişman gibi hareket edip, ödül olarak tatlı koyup sonra zayıflığı bulmayı hayal ediyoruz. Zayıflayınca her şeyi yiyebilecek miyiz diye soruyoruz. Tıpkı diyet yapmaktan korkan birinin kaygılarıyla. Aramaya çıkmışız ama kendimizi bulacağımızı hiç farketmiyoruz.
Ruhsallığı arıyoruz, tutsak gibi. Odalara kapanmış tütsüler, mumlar ile. Zihnimizin tutsaklığından kurtulmak için yine kalıplarda arıyoruz. Yerde bağdaş kurup meditasyon yapmadan aydınlanamayacağımızı düşünüyoruz. Aydınlanmanın ne olduğunu bilmeden ne olması gerektiğine takılıp kalmışız. Halbuki özgürlüğü henüz tatmadan…
Yaratıcıyı arıyoruz ama insan gibi. Kendimize koyduğumuz doğru yanlış kavramlarıyla. Yaratıcının da insan gibi düşündüğünü zannediyoruz. Ödüller ve cezalar koyuyoruz.  Onun yolunda her şeyden vazgeçtiğimizde bizi daha çok seveceğini düşünüyoruz. Tıpkı insan gibi, insanın egoları ve sevgi anlayışı gibi. Onun gözüne girmeye çalışıyoruz cezalandırılmış bir benlik anlayışı içinde…
Bulmasına buluyoruz bir şeyler ama bulduklarımız bizden çok farklı olmuyor. Yine yollar istemediğimiz bize çıkıyor. Çünkü kendi inançlarımızı, düşünce kalıplarımızı, korkularımızı bir kenara bırakmamışız. Yeni bir ben aramaya çıkıyoruz, eski bakış acımızla. Arayıştayız ama önce bırakışı gerçekleştirmemişiz. Farkındalığı arıyoruz, tutsaklık penceresinden.
Bir çok kişi şunu fark etmiyor, kendi algımızla hayata bakarsak yine kendimizi bulacağız. Bu buluş değildir. Bu yine ve yine kendine çıkan bir yolda daire çizmektir.
Dönüşmek istediğin şeyin gözüyle bak hayata. Kendine verdiğin ödüller ve cezalar dönüşmek istediğin kişinin gözünden olsun. Yok eğer bulmak istediğin daha büyük farkındalıksa o zaman arama. Çünkü ancak bildiğini bulursun. Düşünsene bilmediğini arayamazsın. Yüzüğün kaybolduysa neyi aradığını bilirsin ve sonunda neye ulaşacağını da bilirsin. Ama bulmak istediğin şey zaten bilmediğin şeyse o zaman araman çok saçma. Ancak deneyimledikçe öğreneceksin ve bileceksin. İşte o noktada daha fazla deneyimlemeye ihtiyaç duyacaksın. İşte şimdi deneyimlemek için ne yapabilirim diye sorabilirsin. Ama kendi gözlerinle değil. Kendi korkularınla, çaresizliklerinle değil. Deneyimleyebilen insanların, olayların, doğanın gözüyle yapmalısın bunu. Yada bunu kendine sormalısın. Nasıl bir ben olsaydım istediklerimi deneyimlerdim. Nasıl bir ben. O olmuş, dönüşmüş, sahip olan halinin gözüyle bul cevapları. Hareketlerine ona göre yap. Zayıflamak istiyorsan zayıflamış ve buna sahip, bunu hisseden, bilen kabul etmiş halinin gözüyle bak dünyaya. Sigarayı bıraktığında ne kadar canın yanacağını düşünme. Bu şimdinin gerçeği, bu gözle ancak daha çok bağımlı olursun. Sigara içmediği halde mutlu ve bunu benimsemiş olan halinin gözünden bak dünyaya bakalım ne göreceksin. Öfkeli birinin gözünden olayları anlamaya çalışırsan yine kendi doğrularını bulacaksın. Ve yine tekrar öfkelenmeye başlayacaksın. Sakinliği yaşam tarzı haline getirmiş halinin gözünden anlamaya çalış durumu.
Şimdi olmak istediğin kişiye dönüştür kendini ve onun gözüyle algıla, işte o zaman onu bulacaksın. İşte o zaman onun nerede olduğunu bulacaksın.
Bir okul dönüşü kaybolmanız dileğiyle…

30 Kasım 2011

Terzi Sendromu...


“Ne kadar çok şey bildiğiniz değil, ne kadar çok şeyi unutabildiğiniz önemlidir”

En çok karşılaştığım durumlardan ve sorulardan birisini bugün sizlerle paylaşmak istiyorum. Sanırım insanoğlunun ana temel sorunlarından biri. Çok şey bilip uygulayamamak. Halk dilinde ki açılımı “Terzinin söküğünü dikememesi”…
“Yasemin hanım tüm bu bilgilere sahibim ama niçin yapamıyorum” o kadar çok duyduğum sorulardan biri ki, kişinin daha cümleye başlamadan aldığı vücut dili ne soracağını tahmin etmeme sebep olur. Emin bir duruş, hafif yana yatılmış baş pozisyonu, hafif ağız burularak yapılan konuşma tarzı. Bu, lütfen bana, benim bilmediğim bir şey söyleyin ifadesi… “Her şeyi biliyoruz ama yapamıyoruz niye” ?

“Hiç düşündünüz mü problem bekli de her şeyi biliyor olmamızdır. Her gün yeni bir şeyler öğreniyoruz. Hem de her gün.  Zayıflama, ruhsallık, yemek pişirme, bilgisayar, ilişkiler, insanlar vs… Her konuda her şeyi öğrenmek istiyoruz. Hem de her şeyi. Ne kadar çok bilgi alacağımızla ilgileniyoruz.
Bu aralar bilgisayarım bozuldu. Değiştirme konusunda biraz inat ediyorum. Her şeyi yapabiliyor düşüncesindeyim. Tamam her şeyi demeyelim ama en azından şimdilik internete giriyor. Bilgisayara bağlanması için birkaç cihaz aldım. CD okuyucu, harici bellek vs. Aldığım donanımlar harikaydı. Fakat minik bir ayrıntıyı gözden çıkartmıştım. Takacağım bilgisayar;? Aldığım cihazlar gayet iyi çalışıyor fakat hangi bilgisayarda iyi çalışıyor sorusunu atlaşmışım. Benim bilgisayarımda bu cihazlar çalışmıyor. Sistem hata veriyor. Sorun cihazlarda değil benim bilgisayarımda. Tıpkı hayatlarımızda olduğu gibi. Onca bilgi, onca eğitim, onca karışım… bunları kimin uygulayacağı hepsinden daha önemli. Ne bildiğimiz değil neyi unutacağımız önemli. Nasıl yani diyebilirsiniz. Bilgisayardaki gibi, bilgiyi hangi zihne takacağınız önemli…
Yeni eğitimler, felsefeler, teknikler, zayıflama metodları, sigara bırakma yöntemleri, kuantum teknikleri vs. ile zihnimizin donanımını artırmaya çalışıyoruz. Bir sürü bilgiyi zihne yüklüyoruz. Ama bir şeyi göz ardı ediyoruz. En mükemmel karışımları bile öğrensem sonra dönüp “ben nasıl olsa yapamam” “iradesizim” “kafam almıyor” “şansım yok”  dediğim an her şey bitiyor. Bilgi var ama onu uygulayacak olan beyin hata veriyor. Bilgiyi zihne takıyorsun, zihin ben nasıl olsa iradesizim dediği an o bilgi çalışmıyor. İradesiz olduğumu unutmam gerekiyor. Defalarca yaptığım korkaklıkları unutmam gerekiyor. Daha önce başarısız olup bir daha yapamayacağıma inandığım inançları unutmam gerekiyor. Yaşlandığımı, bedenimi, yaşantımı, acizliklerimi unutmam gerekiyor. Yoksa bir bakmışsınız aradan yıllar geçmiş siz hala kurstan kursa koşuyor, eğitimden eğitime sürükleniyorsunuz. Hala dolmadınız mı? Neden bu kadar uğraş?  Siz ruhunuzu ve zihninizi değiştirmediğiniz sürece kimse size, yeni bir şey katamayacak. Kimse size sizdekinden daha fazlasını tıkıştıramayacak. Siz unutmadığınız sürece size onun tersini inandıramayacaklar. Dünyanın en önemli eğitmenlerine gidin, en önemli guruları ile çalışın, o size yapabilirsin dediğinde siz yapamadıklarınızı hatırladığınız an zamanı durdurduğunuz an olacak. Her şey zihinde olup bitiyor. Eğitmenleri beğenmeyip, evinizden kilometrelerce uzağa gideceksiniz belki. Evinizden kilometrelerce uzakta yine kendinle birliktesindir. Guru anlatır, sen kendini unutmamışsındır. Guru her gün anlatır, ve sen kendini unutmak yerine kendini doldurmaya çalışırsın. Dolmaz bir türlü o kap, guruyu beğenmez sonra başka bir tapınağın kapısını zorlarsın. Sonuç değişmez.
Zayıflama merkezi seni zayıflatamamıştır, sen başka bir diyetisyene gidersin, olmaz yeni çıkan diyeti denersin, o da olmaz yeni bir yöntem çıkmış der onun peşinden gidersin, hepsi başka bir şey söyler ama sen hep aynı şeyi bilirsin. Kendini bilirsin, unutamamışsındır. “Genetik şişmanlığını”, “Hastalıklarını”, “ne yaparsan yap kilo alacağını” “oburluğunu” Ve her yanlışta kendine döner gördün mü bak dersin. Yine başaramadın, yine iradesizsin. Bu söylem kibar dildekidir. Esasında kendine bu kadar kibar davranmaz “Tutamadın yine o koca boğazını” der geçer gidersin. Yine… yine.. Yine kelimesi ne kadar önemli bir ipucudur ki, yani şu demektir; geçmişte olmadı şimdi de olmadı. Yani geçmişi hala geleceğinin önünde tutarsın. Unutamamışsındır yaşadığın rezillikleri, başarısızlıkları, yenilmeleri. O zaman yeni bir şeyler nasıl katacaksın kendine. O aşk, o keyif nasıl bütün bedenini bürüyecek. Nasıl kendine keyifle sarılacaksın. En önemlisi nasıl kendin olacaksın? 

Yeni donanım yüklemek istiyorsan, eski donanımını iptal etmen gerekir. Yeni bilgi yapabilirsin derken eskisi yapamazsın der. Yenisi sevebilirsin derken, eskisi sevmek acıtır der. Yenisi hayata yeni bir sayfa açmak lazım derken, sen hayat zordur, para kazanmak zordur dersin. İki sistem aynı bünyede çalışmaz. Kendi özelliklerini sen çok iyi bilirsin ve şimdi onları iptal etme zamanı. Kim olduğunu unut ki, kime dönüşmek isteyeceğin kalsın geride. Seni çirkinleştiren tüm özelliklerin aklına geldiğinde kocaman bir iptal demek gerekir. Kocaman bir İPTAL.... Evet biliyorum her gün onlarca kişi sana kim olduğunu hatırlatıyor. Herkes sana yapman gereken sorumlukları ve görevleri söylüyor. birileri sana kim olduğunu hatırlattığında onlara da kocaman bir İptal. Sen nasıl olsa başladığın işi yarım bırakırsın, sen çabuk yorulursun, sen çabuk sıkılırsın, metabolizman yavaş, sen yavaşsın vs. dışarıdan gelen her şeye iptal. Siz zaten biliyorsunuz bunları! zaten amaç bunları değiştirmekse tekrar tekrar duymanın anlamı yoktur. Dışarıda ki sesler size kim olduğunuzu her gün hatırlattığında siz değişmezsiniz, siz daha çok siz olursunuz. Siz daha çok kim olduğunuzu hatırlarsınız. Her gün sadece, bir kez daha hatırlarsınız. İstediğiniz bu değildir ki... Siz değişmek istersiniz, değişmenin yolu unutmaktan geçer.
Sadece dış seslere iptal demek yetmez aynı anda tüm iç seslere de iptal demeniz gerekir. İçeriden kendi kendinize söylediğiniz çoğu şeye. Her gün hiç düşünmeden kendinize hatırlattığınız geçmişinize...
İçeride sürekli konuşan hiç durmadan konuşan birileri var. bana kim olduğumu hatırlatıyor. Kendimin özgüvensiz olduğunu söylüyor, bir işe başlamadan önce “kendini rezil etme” diyor, tam zayıflamaya karar verdiğimde “of yine mi kaç kere denedin olmadı işte” diyor. Sürekli konuşuyor, “Doğru zamanı bekle” diyor ama o doğru zaman hiçbir zaman gelmiyor. Bazen içeride ki seslerden sıkılıyoruz. Bu sesler yiyip bitiriyor bizi. Onlara da kocaman bir iptal demek lazım
Dış sesler ve iç sesler... hepsine teşekkür edin, söyleyin onlara, artık size ihtiyacım yok, artık kendimin ne olduğunu biliyorum. Yıllardır o kadar çok konuştunuz ki, kendimin ne olduğunu öğrendim. Ben bir gün hata yaptım, iç ses sen, on gün konuştun. Hep ne olduğumu yada ne olmadığımı hatırlattın. Teşekkür ederim artık hatırlamaya değil, unutmaya ihtiyacım var. Söyleyin bunları iç seslerinize, artık sizi rahat bıraksınlar. Kendinizle baş başa kalın, tüm evren ve tüm doğanın yaptığı gibi kendinizle kalın, kendi keyifli müziğinizi dinlediğiniz yüreğinizle kalın. 
Hayalinde aradığın kişi kim?  Buluş yolunda önce kendini unutman, kendine verdiğin tüm o yanlış kalıpları ve sınırlandırıcı inançları unutman gerekir. Önce unutuş gerekir, sonra bulmak istediğiniz kişinin zihniyle dünyaya bakmak gerekir. Olmak istediğiniz kişiyi ancak onun gözüyle bulabilirsin. Meydan okuyan biriyse, bir korkak gibi kararları vermek ancak korkak birini bulmayı getirir.
Eskiyi unut ki kendini bulma yolunda yeni bir yolculuğa çıkabil.  Sonra olmak istediğin şeyin gözüyle dünyaya bak. Ödülleri cezaları buna göre koy kendine, seçimlerini olmak istediğin kişinin gözüyle yap, arayışına tutsaklığını bırakarak başla, Tanrının, Yaradanın, Allahın, evrenin, varoluşun, gözüyle bak insanlığa, hayallerini, umutlarını ve en önemlisi kendine. O zaman hiçbir şey çok gelmeyecektir, o zaman hiç bir şey için acaba ben bunu hak ettim mi diye sormayacaksın.
Mumların mükemmelliği, meyvelerin lezzeti, detoksun itinası, tapınağın ne kadar uzakta olduğu değildir, seni değiştirecek olan, unutabilme gücündür.

Eskiyi iptal etki, yeniyi yükleyebilesin...

28 Kasım 2011

Cosmopolitan Dergisinden (Bölüm 2 Detoks)

O zaman keyifli bir detoks için yapmamız gerekenleri özetleyelim.

Detok;
Bol meyve (Diyet yapmıyoruz. Meyvelerin cinsi ve miktarı sizin hafifleme duygunuzla paralel olmalı;)..)
Bol su (Düşünün ki kirli bir havuzunuz var. ne kadar çabuk temizlensin istiyorsunuz. İşte sırrı bol suyla, toksinlerin atılımını hızlandırmak)
Bitki çayları (Hadi biraz da bağırsakları ve dolaşımı sevindirelim. Bana sorarsanız denemediğiniz tatmadığınız bitki çaylarını deneyebilirsiniz. Ve ayrıca kaynattığınız bitki çaylarını biraz soğutup, içerisine bol buz koyup harika bir karışım elde edebilirsiniz. Üzerine minik bir şemsiye koymayı unutmayın. )
Meyve suları
Meyve kuruları (Belki denizden çıktıktan sonra bir iki kuru üzüm harika olabilir. Veya çayınızı kayısı ile içiyor olmanın mutluluğunu deneyimlersiniz.)
Maden suyu


Detoks sırasında bol su içmeye özen gösterin. Böylelikle bedeninizde ki kirli su çok daha hızlı temizlenir. Meyvelerden kocaman bir meyve salatası yapabilir, dilerseniz ısırarak ta yiyebilirsiniz. Bitki çayları ile sıcak ya da soğuk alternatifler yaratabilirsiniz. Meyve suları eğer mümkünse taze sıkılmış olsun. Böylelikle sadece vitaminini değil aynı zamanda onun topraktan gelen harika enerjisini de bedeninize almış olursunuz. Bu yapacağınız kür dilerseniz yarım öğünlük, dilerseniz bir günlük olabilir.

Gün içerisinde yapacağınız minik bir detoks size kendinizi harika hissettirebilir. Fakat bedeni temizlemek sadece meyvelerle değil aynı zamanda gün içerisinde yapacağınız minik seromonilerle de olur. Hafiflik duygusunu hissetmek için sadece meyvelere yüklenmeyin. Aynı zamanda düşünceleriniz, ruhunuz ve zihninizde  bu bütünün içerisinde olmalı. Detoks öncesi çarşaflarınızı değiştirerek yattığınız yerin enerjisini yenileyebilirsiniz. Yaz ayında mis kokulu yeni serilmiş bir çarşaf  tatlı bir uykunun etkisini artıracaktır. Alacağınız keyifli duşlarla zihin egzersizlerini birleştirebilirsiniz. Böylelikle bedeninizde yaşayacağınız arınma duygusunu iki katına çıkartabilirsiniz. Duş alırken sadece bedeninizi değil aynı zamanda, zihninizde birikmiş kirli düşüncelerinizi, gözlerdeki yorgunluğu, çöp gibi olan midenizi, bağırsaklarınızı temizlediğinizi düşünün. Yani sadece bedeninizi değil sanki bedeninizin içerisini de arındırdığınızı hayal edin. Bu detoksunuzun kalitesini artıracaktır. Ve aynı zamanda  güzel bir masaj, kese, maskeler bu detoksu eğlenceli hale getirir. Böylelikle sadece bedeninizi değil aynı zamanda ruhunuzda da hafiflik duygusu yaratmış olursunuz. Yaratıcılığınıza güveniyorum.



Yasemin Soysal: Anlatacaklarım bitmedi devam edeyim istedim...

Yasemin Soysal: Anlatacaklarım bitmedi devam edeyim istedim...: Bir süredir içsel sessizliğimdeyim. Hani bilirsiniz, bazen insanın öyle zamanları vardır ki her şey üst üste gelir. Ölümler, taşınmalar, mis...

27 Kasım 2011

Cosmopolitan Dergisinden...

Bir Demet Yaz...
  
Yaz başında Cosmopolitan dergisi için özel bir yazı hazırlamıştım. Uzun bir yazı fakat bölüm bölüm sizlerle paylaşacağım. Böylelikle dergideki yazıyı kaçıranlar buradan takip etmiş olur ;)

Yaz... Keyifli, eğlenceli, ruhu güzel yaz ayı. Yazın nasıl beslenmeliyiz sorusu aklıma geldiğinde, taze köy biberlerini, yeni kızartılmış patlıcanları, üzeri bol domatesli şakşukaları, yeni kesilmiş salatalık kokusunu, yoğurdun içerisinde aşk yaşayan sarımsağı hayal ediyorum. Sabah kahvaltısında yenen köy domateslerinin,  zeytinyağı ile olan o harika karışımını, yanına koyduğumuz sivri biberi gözümde canlandırıyorum. Hele hele o sıcaklarda kenarda bekleyen soğuk karpuzun tadını, beyaz peynirle olan dansını düşünmeden edemiyorum. Benim için yazın yenilen o harika yemekleri hayatımdan çıkartmak sanırım deniz kenarında yaşayan bir kum tanesinin, bir inşaat kumuna dönüştürülmesi gibi olur. Bu noktada hayatın tadıyla, güzel bir fiziğin birlikteliğini isteyenlerdenseniz, bedeninizin ne istediğine kulak vermeniz gerekir. Bedenim benimle birlikte aynı yemekleri yemek istiyor mu? Sanırım bu önemli bir soru. Yaz ayının o sıcağında bazen tazeliğimizi korumak ve bazen de bu harika lezzetlerle günümüze keyif katmak istiyoruz. Sanırım işte tam da bu noktada biraz daha bedenimizde hafiflik duygusu yaratabiliriz. Nasıl mı?

Bedenimizle yemek yediğimiz bir yaz ayı bize kendimizi çok daha iyi hissettirir. Hem damak tadımızı hem de hafifliğimizi koruyabiliriz. Öncelikle bu süreçler içerisinde minik detokslar yapabiliriz. Bu detokslar sadece daha keyifli yemekleri yiyebilmek için yapılan minik temizliklerdir. Evet biliyorum çok daha ağır detokslar var, fakat size anlatacağım bunlardan bağımsız daha hafif, eğlencemizi bozmayacak, bizi yaşamdan alıp götürmeyecek detokslardır.

Yaz aylarında hayatımıza  rengarenk giren Meyveler hem lezzetleri hem de görünüşleri ile bir ziyafet sofrasını andırabiliyor. İşte yapacağımız detokslar meyvelerle, bol sularla, meyve suları, buz gibi bitki çayları ile olacaktır. Tabi burada ki en önemli nokta detoksu ne zaman yapacağınızı, bedeninizin size söylemesidir. Yani yaz ayının o kavurucu sıcağında bedeninizde hissettiğiniz ağırlık duygusu, yoğun ter kokusu, zindelik duygusundan uzak olma hissi sanırım ilk sinyaldir. Eğer bedeniniz biraz mola vermek istediğini size bu sinyallerle anlatırsa sanırım detoks yapmak için harika bir zaman olur. İşte bu noktada bol meyve, meyve suları, soğutulmuş bitki çayları ve bol su ile tüm gün içsel bir temizlik yapabilirsiniz. Soğutulmuş bitki çayı diyorum sanırım ben sıcak içmek istemezdim. Ama siz dilerseniz sıcakta içebilirsiniz.
Bu detoksu en fazla 3 gün yapmanızı öneririm. Genellikle detoksu 3 günlük kürler halinde uygulamak iyidir fakat bizim burada ki amacımız hafiflemek olduğu için detoksun süresi sizin bedeninizde hissedeceğiniz hafiflik duygusu ile paralel olmalıdır. Diyelim ki bir iki gündür hep ağır gıdalar tüketiyorsunuz, o zaman bir günlük veya iki günlük bir detoks yapabilirsiniz. Tabi bu noktada hep bedeninizle iletişimde olmanız gerekecek. Hafiflik duygusunu tüm ruhunuzda hissettiğinizde normal düzeninize geçebilirsiniz. Ya da diyelim ki akşam harika bir kokteyle veya düğüne katıldınız, gecenin keyfini çıkartayım derken yemekleri biraz fazla kaçırdınız. Üzülmeye ya da mutsuz olmaya gerek yok. Şişmanlık ya da sağlıksız bir beden anlık olaylardan değil bir süreçten oluşur. İşte bu noktada ne kadar hızlı bu duygudan çıkıyorsunuz bu çok daha önemlidir. İşte böyle geçen bir gecenin ardından hemen yarım günlük bir detoks yapabilirsiniz. Bu ertesi gün kendinizi harika hissetmenize sebep olur.

26 Kasım 2011

Anlatacaklarım bitmedi devam edeyim istedim...

Bir süredir içsel sessizliğimdeyim. Hani bilirsiniz, bazen insanın öyle zamanları vardır ki her şey üst üste gelir. Ölümler, taşınmalar, misafirler, insanlar..vs hah işte tam olarak öyle bir dönemdeydim. İçimde bir sürü kelimenin biriktiği bir anda, blog açma fikri ile uyandım. İnternet sitem ve diğer bir sürü sanal iletişim ağım varken blog nereden çıktı diyebilirsiniz. Komik gelecek ama oralara sıkışmış hissettim kendimi.


Sanırım bu duygu bu aralar bir yere kaçamamış olmamdan. Geçen gün Nat Geo seyrederken. (Geçen gün dediğime bakmayın zaten toplamda dört kanal seyrediyorum bunlardan üç kanal Nat Geo) Çin deki bir yemek okulundan bahsediyordu. Bir an acaba bir tapınaktaki meditasyon yapan insanlarımı gösteriyorlar yoksa gerçekten yemek okulumu diye duraksadım. O manzara, insanlar, kültürler, yemekler... yine beni benden aldı. Hemen internetten araştırma yapmaya başladım, fiyat, uçak, ücret..vs yetmedi mail atıp iletişime geçmek için ne varsa gerçekleştirdim. Acaba tüm bunları kaç dk içerisinde yaptım bilmiyorum. Bir an valizi toplamamak için kendimi zor tuttum. Hani uyuşturucu bağımlıları vardır ya, elleri titrer. Tam olarak o durumdaydım diyebilirim. 

Sonra camın önüne gelip, yapman gerekenler var ve şimdilik kalmalısın. Söz veriyorum sonrasında nereye istersen seni götüreceğim. Şeklinde bir anlaşmanın imzaları atıldı. Biliyorum ki, içeriyle anlaşma yapmazsanız her şeyi sabote edebilir. Ve bildiğim diğer şey sadece anlaşma yapmak önemli değildir, yaptığınız anlaşmayı eğer gerçekleştirmezseniz işte o zaman başınıza iş almışsınız demektir. Bunu bildiğim için mutlu bir şekilde bu anlaşmaya uydum. Çünkü sonrası benimde hoşuma gidecekti. Ama tabi ülke içerisinde küçük kaçamaklara izin var.  Baktım gidemiyorum en azından beni farklı diyarlara taşıyacak, bir blog açmaya karar verdim. Merak etmeyin yine zayıflama, değişim, farkındalık üzerine bol bol yazılar olacak. Ama farklı olarak çıkarmayı düşündüğüm farklı alanlarda ki kitaplarla ilgili de yazılar olacak. E biraz da gittiğim yolculukları size anlatmak istiyorum. Yaradana ve evrene yükledikleri anlamları, dünyanın bir ucundaki farkındalıkları taşımak istiyorum. Tabi izin verirseniz arada biraz da dertleşmek. Kitapları yazarken de aynı duygu var. Ne garip sanki kimse sizi seyretmiyor ve siz kendi kendinize yazıyorsunuz. Tıpkı bir günlüğe yazar gibi... Valla şuan çin'e gidememenin duygusu bir parça hafifledi... :)

Hepiniz hoş geldiniz...