17 Aralık 2011

Yasemin Soysal: Yaprak Dökümü Tadında Hayatlar...

Yasemin Soysal: Yaprak Dökümü Tadında Hayatlar...: Yaprak dökümü tadında hayatlar değil,  Acılardan çıkma hızımızdır bizi olgunlaştıran… Etrafıma bakıyorum, her şeyi zorlaştırdığımız bir dö...

14 Aralık 2011

Yaprak Dökümü Tadında Hayatlar...


Yaprak dökümü tadında hayatlar değil,  Acılardan çıkma hızımızdır bizi olgunlaştıran…

Etrafıma bakıyorum, her şeyi zorlaştırdığımız bir dönem içersinde bilmediğimiz bir ruh halinde yaşıyoruz. Acılarla olgunlaşacağımızı düşündüğümüz yaşantılar yaşıyoruz. Bazılarımız Tasavvuf yolunda, bazıları spiritüel, bazıları Müslüman, bazıları Hıristiyan, bazıları Sadu. Fakiri sınandığını düşündüğü için çilekeş, spiritüeli aydınlanacağı için... Farkındalıkların artması için çile mi çekmek gerekir diye sormadan edemiyorum. Aydınlanmak için acı çekenler başka, ruhsallık için zorlananlar başka. İyi insan olmanın hayatın sillesini yemekle olacağını düşünenler ise bambaşka…

Hep aynı şey söyleniyor. Acılar olgunlaştırır. Acı bize geldiği için mi olgunlaşıyoruz, yoksa acıyı gönderebildiğimiz için mi?
Peki, baştan tek tek gidelim. Diyelim ki yaradanım bana bir sınav verdi ve ben acı çekiyorum. Bu acıda her gün beni yakıp kavuruyor.
Acı nedir? Acı, baş edemediğimiz ruh halidir, öyle değil mi! O ruh hali ile baş edemezsek canımız çok ama çok yanabilir. Âşık olduğumuz kişiden ayrılır ve bu ruh haliyle baş edemezsek deli gibi canımız yanar, acı çekeriz. İşten atılır ve içinde kaldığımız ruh halinden kurtulamazsak depresyona gireriz ve acı çekeriz. Herkesin içinde küçük duruma düşer ve kendimizi ifade edemezsek acı çekeriz.  Buraya kadar tamam...

Peki, bir de duruma şu yönden bakalım; Acı çekmediğin gün o ruh hali ile baş edebilmesini öğrenmişsindir ve bunun adı artık acı olmaz. Öyle değil mi? Kendine yeni bir sevgili bulursun, yeni bir iş, yeni bir görünüş, yeni bir bakış acısı ya da yetenek… Acı çekmediğin gün olgunlaşmışsındır. Ondan kurtulduğun gün bu ruh hali artık yoktur. Özgürsündür. Artık yeni durumla baş edebilirisin. O zaman onsuzluk mudur olgunlaştıran, yoksa o ruh halinde kalmak mıdır? Madem kurtulduğumuz gün olgunlaşıyoruz, o zaman neden içinden çıkamadığımız gün sınandığımızı düşünüp olgunlaşma oyunları oynuyoruz. Yoksa beceriksizliğimizle yüzleşemediğimiz için kocaman bir ego yalanımı söylüyoruz kendimize. “Beceriksiz, aylardır bu ruh halinden kurtulamadın demek yerine, ben susmayı, acı karışında sesimi çıkarmadan nefsimi terbiye etmeyi öğreniyorum.” demeyi mi seçiyoruz.
Peki bu acı dan kurtulmamız uzun sürerse ne olacak? 10 yıl, 5 yıl, 3 ay acı çekmeye devam edersek daha çok mu olgunlaşmış olacağız? Uzun süre acıların içerisinde kalıyoruz. Evet, bazen biz çıkamıyoruz bazen hayat izin vermiyor. Bazen de çıkmak istemiyoruz. Peki, o ruh hallerinden hızlıca çıktığımızda ne olacak? O zaman nefsimi tam terbiye edemeden sınavı geçmiş mi olacağım, yoksa sınıfta mı kalmış olacağım? Hızlıca kurtulmak mı başarı olacak, yoksa aylarca o ruh halinde kalıp terbiye dersleri görmek mi! Kendimize söylediğimiz yalanların içerisinde sıkışıp kalacağız. Bu da yetmezmiş gibi bilinçaltıma acının iyi bir şey olduğunu inandıracağım. Acılar insanı olgunlaştırır o zaman çok acı çok olgunluk…
Acaba acılar mı insanı olgunlaştırır yoksa acılardan çıkma hızımız mı? Onlardan ne kadar çabuk sıyrıldığımız mı bizi olgun yapacak yoksa acıyı acı gibi hissetmediğimiz gün mü olgunlaşmış olacağız.
Belki diyeceksiniz ki bizim bu acılara ihtiyacımız var. Olgunlaşmamız için acılar şart. Acının gelip gitmesi farklıdır, acıyla yaşamak farklıdır. O zaman yıllarca acıda kalalım. 10 yıl antidepresanla birlikte acıyı deneyimleyelim. Olgunluk üzerine olgunluk yaşayalım. Sonunda bilgeliği tadalım. İçinden kurtulamayıp, beceriksizce içinde kaldığımız ruh halleri, ne zamandan beri aydınlanmanın yolu oldu. Aydınlanmayı çilekeşte arayan insan hala arayan insandır.

Ceza ne kadar insan gibi insan düşüncesi değil mi. Çocukluğumun, ana kuralları. Bilinçaltım ana teması. Bilinçaltıma işlenmiş bir korku ama sonunda ödül var. Herkes hep aynısı yapıyor. Hep böyle öğretilmiş. Acının arkasında büyük ödüller var. Biz acıyı da büyük ödüller için çekiyoruz. Yine altında takdir edilme, beslenme, toplumsal saygınlık, egosal durumlar yatıyor. Farkındalığımın artmasını bile bir beklenti halinde istiyorum. Farkındalığımın artmasını; Sadece yaşamayı yaşamak için değil. Kim olduğumu bilmek, günlerce kahkaha atabilmek, keyiften gözümden yaşlar gelmesi için değil. Yine insan ve insan gibi istiyoruz.

Komik değil mi, yaratım akıştır, zorluğu ise insan bilir. Yaradılış koşulsuz veriş halidir, koşullarla veren insandır. Yapış yaradana aittir, yaptığı için takdir görmeyi bekleyen yine insandır. Zorluğu çekmenin iyi bir şey olduğunu düşünen yine insandır. Şunu sorabilirsiniz, iyide ben yaratıcı değilim, tabi ki acı çekeceğim.  Tabi ki acı çekeceğiz, “Yaşadığımız acılardan bahsetmiyorum, acı çekmek için yaşadığımız hayatlardan bahsediyorum.” Her adaptasyon, her yeni bilgi, her deneyim öncesi küçük ya da büyük acı olabilir.

Acı veren olaylar olmaya devam edip artık onun acı diye nitelendirmediğimizde, artık bizim için acı çekmek kalkacaktır. Acı çekmenin kalktığı gün olgunlaşma başlayacaktır. Artık gelen acılar sizi eskisi gibi etkilemediğinde sadece oluş halinde yaşam kalır. İşte acı içinizden geçip gittiğinde bilgelik kalır geriye. Acıyla olgunlaşmayız, acısız haller olgunluğu bulduğumuz haller olacaktır. Bir gün egoyu, insan gibi düşünmeyi bırakıp evrenle dans etmeye başladığımızda müziği duyacağız. Ve geriye dans etmekten başka bir şey kalmayacak. Acılar gelecek, çünkü mücadele edemediğimiz için adı acı olacak. Baş etmesini öğrendiğimiz gün artık bu acı değil sadece oluş hali olacak. Bir gün bir olay olup canım çok yandığında o gün bileceğim ki ben olgunlaşmıyorum, olgunluktan uzak korkularım ve inançlarımla baş etmesini öğreniyorum. Olgunlaşmaya başladığım gün acıyı hissetmediğim gün olacak. Acılar değil acısızlıklar olgunlaştıracak.

Müziği dinliyorum, sadece dans etmek istiyorum. Kollarımı açıp dans ettiğim gün, yüzüme vuran serinlik,  keyiften gözümden damlayan gözyaşları ile birleştiğinde ben kaybolmayı diliyorum... 

9 Aralık 2011

“Tek Şişman Beyniniz”

"Habertürk gazetesi için hazırladığım yazıyı, okunur halde sizlerle paylaşmak istedim. Afiyet olsun;)"




Bir çok kişi hep aynı soruyu soruyor, neden suçlu beynimiz. Diyorum, bedenin bir suçu yok. Bizim doğamız ve bedenimiz sürekli yemek yemeğe programlanmamış. Bedenimiz ne zaman ne yemesi gerektiğini çok iyi biliyor. Hatta ve hatta hangi besinden ne kadar tüketmesi gerektiğini hesaplayabiliyor. Tıpkı doğadaki diğer hayvanlar gibi. Siz doğada hiç şişman bir hayvan gördünüz mü? Göremezsiniz. Evde beslenen hayvanlar şişman doğru, çünkü bu hayvanları da insanlar besliyor. Doğada ki canlılar bedenleri acıktığında, ihtiyacı olan besinleri tüketerek yaşamlarını devam ettiriyorlar. Biz dünyaya bu hayvanlardan çok daha donanımlı geldik diye düşünüyorum. Bizler neler yememiz gerektiğiniz çok iyi bilecek canlılarız. Fakat işin içine ne zaman beynimiz yani düşüncelerimiz girse işte durumlar biraz karışıyor. İşte o noktada biz beynimizle tüm bedensel düzenimizi alt üst edebiliyoruz. Düşüncelerimizle fazla yemek yemeğe konsantre olabiliyoruz. Bence çok zor bir iş ama başarıyoruz. Yani bedenin ihtiyacı olandan fazlasını zorla bedene sokabiliyoruz. Tabi bunu yaparken çok özel bir titizlikle çalışıyoruz. Bedenimizi kusturmadan, midesini bulandırmadan iyi bir kontastrasyonla bunu gerçekleştiriyoruz. İnsanlar şişmanlamanın çok kolay kilo vermenin çok zor olduğunu düşünüyor. Size sormak istiyorum, kendi doğasına aykırı bir şeyler yapmak ne zamandan beri kolay oldu? Kilo almak için özel düşünce çalışmaları yapmanız gerekiyor. Kolay mı o kadar besini bedene al, sonrada günlük hayatına hiç bir şey olmamış gibi devam et. Sonrasında, ben düşüncelerinizle zayıflayabilirsiniz dediğimde insanlar şaşkınlıkla bakıyorlar. Kilo alırken de düşünceleri ile kilo alıyorlar farkında değiller. Siz şişmanlamak için özel diyet listeleri, programlar, ilaçlar kullanıyor musunuz? Şişmanlamak kendiliğinden oluyorsa, ki doğamıza aykırı bir durum, neden zayıflamakta kendiliğinden olamıyor. 

Tıpkı seks gibi. Doğada ki tüm canlılar üremek için birlikte olurken, insanoğlu sadece zevk için birlikte olabiliyor. Doğada ki canlılar hayatta kalmak için beslenirken, insanoğlu zevk için yemek yiyebiliyor. İşin trajik kısmı, sadece zevk için değil, mutsuzlukta, öfkede, değersilikte, yalnızlıkta, mutlulukta, aşkta, keyifliyken... her türlü ruh hali için yemek yiyebilen tek canlı grubuyuz. Ve zavallı bedenimizde tüm bunlara ayak uydurabilmek için elinden geleni yapıyor. halbuki bedenimizi dinlesek kilo problemi denilen şeyin ortadan kalktığını göreceksiniz. Bedenimiz için yiyebilsek zaten hep fit ve zayıf bir fiziğe sahip olacağız. 
Tabi bedeni dinlemek onun kurallarına göre hareket etmeyi getiriyor. Yani sabah kahvaltısını illa peynir, zeytin, çayla yapmayacaksınız. Belki bir sabah roka, çilekler, belki bir sabah meyveler, belki başka bir sabah tantuni ile yapacaksınız.  Çünkü beden için gündüz yenmesi gerekenler, öğlen yemesi gerekenler veya akşam yenmesi gerekenler diye bir kategori yok. Yani bir çok insanın bu söylediklerime şöyle dediklerini biliyorum. “ Bir sağlıklı yaşam eğitmeninin sabah sabah yiyeceği şeyler mi bunlar” Bunu söyleyen kişinin 3 saat önce sabah'a karşı 5.30 da gece eğlencesinden sonra işkembe çorbası içtiğini bilirim. Yani güneş doğmadığı sürece her şeyi yiyip içmek serbest. Sabahın bir vakti sarımsaklı işkembeyi içerken sorun yok, 2 saat sonra güneş doğunca tüm kurallar bozuluyor. Ve bir anda beden sabah moduna geçiyor. Televizyon programı mı bu beden? sabah kuşağı, öğle kuşa, akşam kuşağı olsun. Ve sonra 3 saat sonra uyanıp güne iyi başlamalıyım, güzel bir kahvaltı beni bekliyor deyip bir de oturup kahvaltı yapmak mı sağlıklı? Daha yediği işkembe çorbası midede duruyor, belli ki bedenin henüz bunu eritememiş. Ve bedenin sen uyurken bunları eritebilmek için canı çıkmış. Ve şimdi sen sağlıklı beslenme adı altında güzel bir kahvaltımı yapacaksın. Dur bekle, dinle bakalım bedenin senden ne istiyor. Belki sadece bir dilim elmayla güne başlayacak, belki bol su isteyecek. Onu bir kenara atıp zihnin sana yüklediği sağlıklı yaşamla ilgili verileri kullanmaya kalkarsan muhakkak ki bir yerlerden sorun çıkacak.
Bizler hayatın içerisinde hayatı yaşamayı seven, hayatın zevkleri için sürecimizi geçirebilen canlılarız. Tabi ki bir akşam eğlenecek sonrasında yasaklı ne varsa tüketeceğiz. Yenmemesi gereken ne varsa kaçamaklar yapıp tadına bakacağız. Önemli olan sonrası. Sonra ne yapıyoruz. Ardından bedenimizi dinleyip tüm bu durumları normale mi çeviriyoruz yoksa, yine zihnimizle yemek yemenin içerisinde kayboluyor muyuz? Şimdi biraz da bedeni dinleme vakti. Hafif kalabilmek için onun ne istediğini dinleme vakti. Belki bana diyeceksiniz ki benim bedenim hep çikolata istiyor. Yok öyle bir şey. Eğer bedeniniz kan şekeri düştüğü için çikolata istiyorsa bunu test edebilirsiniz. Bir avuç kuru üzümde çikolata kadar lezzetli görünüyorsa belli ki kan şekeriniz düşmüş. Yok kuru üzümlere burun kıvırıyorsanız sanırım siz zihni ile yiyenlerdensiniz. Hani çok aç olduğumuz anlarda bir parça ekmek içinde domates ve peynir hazırlanmıştır. Ve sanki dünyanın en lezzetli yemeğini yiyor gibi yemişizdir onu. Tadı günlerce damağımızda kalmıştır. İşte beden için yer hale geldiğinizde alacağınız lezzet hem böyle olur, hem de hala fit ve zayıf kalabilirsiniz...


Sevgilerimle

5 Aralık 2011

Basın haberleri


Son dönemde çıkan basın haberlerinden bir bölüm paylaşayım dedim. Tabi aynı zamanda beni takip eden tüm dostlarıma da teşekkür etmek istedim... Fakat sadece bir haber koydum,  resmin üzerine tıkladığınızda diğer basın haberlerine de ulaşabilirsiniz.

1 Aralık 2011

Bir Arayış Hikayesi...


Kendimizi aramaya çıkmışız, başkalarının gözüyle...


Çocukken hepimiz kaybolmuşuzdur. Yada şöyle söyleyeyim hepimiz kaybolan bir çocuk telaşı yaşamışızdır. Bilirsiniz bir anda bir çocuk ortadan kaybolur. Sokakta iki dk önce oynayan çocuk nereye gider. Evin içindeki çocuk nereye kaybolur. Okuldan eve gelen çocuk nereye ışınlanır. O çocuk bulunasıya kadar herkes aklından yüz tane seçenek geçirir. Biri sonunda nerede olabileceğine dair bir fikir oluşturmuştur ve çocuğu bulur…
Her şeye en baştan başlayalım, değişim, farkındalık, zayıflama, aydınlanma vs. adı ne olursa olsun. Hep bir arayış hali içerisindeyiz. Öyle değil mi? Sürekli arıyoruz. Gerçi tam olarakta ne aradığımızı bilmiyoruz. Bildiğimizi sanıyoruz ama aradığımız şeyden uzağız. Çünkü kendi gerçekliğimizle arıyoruz. Kendi bilme halimizle arıyoruz. Bunun neresi kötü diyebilirsiniz. Tıpkı Kaybolan bir çocuğu aramak gibi. Bir insan, bir çocuğu, kendi bakış açısı ile ararsa onun nereye gideceğini bilemez. Ancak kendisinin ve kendi dostlarının, kendi düşünce modeline sahip insanların nereye gidebileceğini bulur. Kendi gerçekliğimizle aradığımızda bir çocuğu değil, kendi bakış açımızda ki birini bulma ihtimalimiz çok daha yüksektir. İşte bu da büyük bir yanılgıya neden olur. Çocuğu böyle bulamazsınız. Çocuğu bulabilmeniz için çocuk gibi düşünmeniz gerekir. Çocuk gibi hissetmeniz ve çocuğun o günkü duygularıyla nereye gitmiş olabileceğini tahmin etmeniz gerekir. Bir çocuğun ruhuna sahipmiş gibi dünyayı algılamanız gerekir, işte o zaman çocuğun nereye gittiği ile ilgili bir fikriniz oluşur.

Kendimizi aramaya çıkmışız, başkalarının gözüyle... başkaları ile kendi hayatımızı sürekli  kıyaslayarak, kendimizi bulmaya çalışıyoruz. Tıpkı bir çocuğu aramak gibi, kendimizi başkalarının gözüyle aradığımızda, kendimizi değil, başkalarını bulacağımızı hiç tahmin etmiyoruz.
Zayıflamaya çalışıyoruz ama bir şişman gibi. Şişman bir insanın gözünden dünyaya bakıyoruz.  Zayıflamaya çalışıyoruz ama bir şişmanın gözüyle, Çikolatalı, pastalı, yemekli ödüllerle. Şişman gibi düşünüp, şişman gibi hareket edip, ödül olarak tatlı koyup sonra zayıflığı bulmayı hayal ediyoruz. Zayıflayınca her şeyi yiyebilecek miyiz diye soruyoruz. Tıpkı diyet yapmaktan korkan birinin kaygılarıyla. Aramaya çıkmışız ama kendimizi bulacağımızı hiç farketmiyoruz.
Ruhsallığı arıyoruz, tutsak gibi. Odalara kapanmış tütsüler, mumlar ile. Zihnimizin tutsaklığından kurtulmak için yine kalıplarda arıyoruz. Yerde bağdaş kurup meditasyon yapmadan aydınlanamayacağımızı düşünüyoruz. Aydınlanmanın ne olduğunu bilmeden ne olması gerektiğine takılıp kalmışız. Halbuki özgürlüğü henüz tatmadan…
Yaratıcıyı arıyoruz ama insan gibi. Kendimize koyduğumuz doğru yanlış kavramlarıyla. Yaratıcının da insan gibi düşündüğünü zannediyoruz. Ödüller ve cezalar koyuyoruz.  Onun yolunda her şeyden vazgeçtiğimizde bizi daha çok seveceğini düşünüyoruz. Tıpkı insan gibi, insanın egoları ve sevgi anlayışı gibi. Onun gözüne girmeye çalışıyoruz cezalandırılmış bir benlik anlayışı içinde…
Bulmasına buluyoruz bir şeyler ama bulduklarımız bizden çok farklı olmuyor. Yine yollar istemediğimiz bize çıkıyor. Çünkü kendi inançlarımızı, düşünce kalıplarımızı, korkularımızı bir kenara bırakmamışız. Yeni bir ben aramaya çıkıyoruz, eski bakış acımızla. Arayıştayız ama önce bırakışı gerçekleştirmemişiz. Farkındalığı arıyoruz, tutsaklık penceresinden.
Bir çok kişi şunu fark etmiyor, kendi algımızla hayata bakarsak yine kendimizi bulacağız. Bu buluş değildir. Bu yine ve yine kendine çıkan bir yolda daire çizmektir.
Dönüşmek istediğin şeyin gözüyle bak hayata. Kendine verdiğin ödüller ve cezalar dönüşmek istediğin kişinin gözünden olsun. Yok eğer bulmak istediğin daha büyük farkındalıksa o zaman arama. Çünkü ancak bildiğini bulursun. Düşünsene bilmediğini arayamazsın. Yüzüğün kaybolduysa neyi aradığını bilirsin ve sonunda neye ulaşacağını da bilirsin. Ama bulmak istediğin şey zaten bilmediğin şeyse o zaman araman çok saçma. Ancak deneyimledikçe öğreneceksin ve bileceksin. İşte o noktada daha fazla deneyimlemeye ihtiyaç duyacaksın. İşte şimdi deneyimlemek için ne yapabilirim diye sorabilirsin. Ama kendi gözlerinle değil. Kendi korkularınla, çaresizliklerinle değil. Deneyimleyebilen insanların, olayların, doğanın gözüyle yapmalısın bunu. Yada bunu kendine sormalısın. Nasıl bir ben olsaydım istediklerimi deneyimlerdim. Nasıl bir ben. O olmuş, dönüşmüş, sahip olan halinin gözüyle bul cevapları. Hareketlerine ona göre yap. Zayıflamak istiyorsan zayıflamış ve buna sahip, bunu hisseden, bilen kabul etmiş halinin gözüyle bak dünyaya. Sigarayı bıraktığında ne kadar canın yanacağını düşünme. Bu şimdinin gerçeği, bu gözle ancak daha çok bağımlı olursun. Sigara içmediği halde mutlu ve bunu benimsemiş olan halinin gözünden bak dünyaya bakalım ne göreceksin. Öfkeli birinin gözünden olayları anlamaya çalışırsan yine kendi doğrularını bulacaksın. Ve yine tekrar öfkelenmeye başlayacaksın. Sakinliği yaşam tarzı haline getirmiş halinin gözünden anlamaya çalış durumu.
Şimdi olmak istediğin kişiye dönüştür kendini ve onun gözüyle algıla, işte o zaman onu bulacaksın. İşte o zaman onun nerede olduğunu bulacaksın.
Bir okul dönüşü kaybolmanız dileğiyle…