Kral Çıplak Diyecek Yok Mu?
Öncelikle ruhsallık üzerine kimsenin anlatmayı
tercih etmeyeceği bazı gerçekler için “Kral Çıplak” diyeceğim.
Hadi en baştan başlayalım…

İran’dan çıktık yola Nepal’e vardık. Nepal
kesmedi, daha yüksekteki tapınaklara gitmeliyim dedim dağlara düştüm.
Himalayalar’dan, Tibet’in kıyılarına ve Everest’e doğru uzanan bir yolculukta
günlerce yol kat ettim. 5500 de artık dursam iyi olur dedim ve aşağıya indim.
Ölüleri de yaktım, sadularla da konuştum... yol kesmedi daha doğuya gidelim
dedik, uzak doğuya kadar vardık. Geri geldik. Dünya haritasında bir yukarı, bir
aşağıya, o meditasyon senin, bu şaman benim, bu şifacı, o guru hareket
ettik durduk.
Sonuçta insanlar dünyanın parasını
verip buralarda aylarca kalıyor ve ülkelerine dönüyorlardı. Neydi buraya o
insanları çeken? Neydi sorulara cevap aramak için yollara düşüren?
Bir çok tapınakta ki hoca ile konuştum. Bazısı
bizim burada ki cami hocası kadar bilgisi birikimi, eylemleri. Farkındalık
yolcusu sanıp peşine düşen çok.
Bir
anda fatihte bir tarikatta buldunuz kendinizi. İki seçeneğiniz var, gerçekler
için gözlerini açmak. Diğeri de fotoğraf makinenizi alıp en ilginç kareleri
çekip işte tasavvuf eğitimi için buradaydım deyip ülkenize dönmek.
Düşünün İngiltere’de yaşan birisiniz ve
tasavvuf çok ilginizi cezbetti. Bunu öğrenmeliyim diye yollara düştünüz.

Peki gerçek
tasavvuf Fatihteki o tarikatta mı?
Geçmişe ait bir çok ruhsal öğretilerde
evrimleşmek zorunda. Geçmişin
farkındalık yolcusu o günün şartlarında onu yapması gerekiyordu, bugün sen
aynısını yapmak zorunda değilsin. O Himalayalar’a çıktı ve rüzgarı dinledi ama
belki de kulağında walkman’i olsaydı müzik dinliyor olacaktı.
Ne mekanlar, ne hocalar, ne de aldığın
eğitimler seni değiştirmeyecek. Sen istediğin ve değişmeye niyet ettiğin için
sadece onlar bir aracı olacak. İşte o noktada aydınlandığın yer Las Vegas’ın ortasında kumarhanelerin içinde
de olabilir, gittiğin caminin halısının üzerinde de. Fakat bil ki o camiye
gitmek, o tapınağa ulaşmak seni değiştirmeyecek.
İşte bu yüzden çıkılan her yolculuk bir ruhsal
yoldur. Hele ki içerisinde teslimiyet varsa işte o zaman o sesi duymaya mecbur
kalırsın. Dünyanın bir ucunda İki kahve arasında seçim yapacaksan ve ikisinin
de ne olduğuna dair bir fikrin yoksa sezgilerine soracaksın. Yemek menüsünde
ismini bile anlamadığın yemekleri seçmen gerekiyorsa, kaybolduğun sokakta
nereye gitmen gerektiğini biri kulağına fısıldaması gerekiyorsa sezgilerin ile tekrar iletişim kurmaya mecbursun.
Peki ne farkı var? Birinde sadece bu anda tam ve
bütünsün. Diğerinde tüm zamanlar ve olasılıklarda tam ve bütünsün. Hani hatırla
birini düşündüğün zaman o kişinin seni araması, gördüğün rüyanın çıkması,
istediğin çikolatanın gelmesi, hayalini kurduğun kişiyle karşılaşman. Anda
mıydın?
Hem evet hem hayır. Andaydın fakat tüm olasılıkların anındaydın.
İşte o zaman kendini sanki kocaman bir ailenin içerisinde, abinin seni koruduğunu bilerek yaşıyorsun.
O zaman dayanılmaz ruhsal yolculuğun cazibesine kapılıyorsun.
Kim bilir...
Bazısı
eğitmen tıpkı bizim buradaki spor hocaları gibi. Bazısı kullandığı yöntemin bir araç olduğunu
fark etmiş yoluna devam etmekte. Zaten aklı olan Hintli çoktan başka ülkelere
çekip gitmiş. Ülkesinde kalan ve farkındalığı yaşayan ise refah içerisinde.
Zaten kim dedi sefillik çek ve oralarda sefaletin içinde yaşa diye? Sevgini,
yapacağın fedakarlıkla test etmek isteyen bir tanrı mı var?
Kısacası öyle bir hale gelmiş ki bu Hindistan
....Öyle bir şey ki bu Hindistan 3 ay sonra siz siz olmaktan çıkıyorsunuz. Her
Hindistan’a gidip bir sertifika alıp gelen guru oluyor. Yogacılardan,
pilatescilere, spiritüelcilerden, ruhsalcılara, enteresan her giden de doğru kişiyi
hemencecik buluyor o devasal kıta da. Giden eğitilmiş dönüyor ve bir anda daha
fazla pirim yapıyorsunuz. Daha saygın, yetkin ve üstün oluyorsunuz. Parası
olmayan, olupta gidemeyen, gidipte gerçeği tüm çıplaklığı ile anlatamayan bu
senaryoya devam ediyor. Ayrıca niye “Kral Çıplak” desin ki. O kadar masraf
yapılmış, zaman harcanmış ve yollara düşülmüş. Eee insanlarda buna kocaman bir
etiket takmaya hazır, niye elindeki tacı kaybetsin ki? Aynı oyuna o da devam
ediyor.
Anlat anlat bitmiyor, bunları gördüm, bunları duydum, buralarda
yaşadım, böyle uyumlandım…
İşte o noktada bir kez daha şunu netçe görmüş
oldum.Soruların cevaplarını o kadar çok dışarıda
arıyoruz ki, doğru cevap çok uzaklarda olmalı. Mistik olmalı, ulaşılması
zor, elde etmesi imkansız olmalıydı.
Tabi ki biz durduk yere bu fikirlere
kapılmadık. Eğitmen sanıp peşine düştüklerimiz, kitap sanıp okuduklarımız,
ruhsalcılık üzerine bir sürü kirli bilgi bunu yarattı. Dünya ve ruhumuz
evrimleşirken biz belki de bilgi aynı kalsın istedik. Ama mümkün değil, dönem,
ruhlar, enerjiler ve hisler değişti.

Fakat gerçek ruhsallık bu değil. Zaten çıkılan
her yolculuk ruhsal bir yolculuktur. Aradığın farkındalık her yerde olabilir.
Bir Paris seyahatinde, evde televizyonun karşısında oturmuş soyduğun portakal
kabuklarını sobaya atarken, Himalayalar’ın tepesinde ipodunda çalan 80 ler
müziğiyle... işte her an yeter ki aklın fikrin orada olsun o gelecektir. Kulaklığında ki
ipod’u çıkartıp illa kuş seslerini dinlemek zorunda değilsin, Coco Chanel
parfümün varken tütsü kokusuna bulanmak zorunda değilsin, Amerika da kahveni
yudumlamayı bırakmak zorunda değilsin!

İşte o zaman öğrenmeye başlıyorsun, günlük
hayatta sürekli zihnine sorduğun bazı soruların cevaplarını artık basit ya da
zor diye ayırmadan içine sormaya başlıyorsun... işte bu dışarıda değil içeri de
yaşamana sebep oluyor. Sakın yanlış anlama içerisi dediğin yalnız değil, kendi
halinde kalma değil, içine kapanık olma hiç değil. kocaman bir bilgi ve
deneyime açılan kapının bir titreşim seviyesi. Tam ve bütünsün. Tabi ki diğer
türlüde tam ve bütünsün.
Hem evet hem hayır. Andaydın fakat tüm olasılıkların anındaydın.
İşte o zaman kendini sanki kocaman bir ailenin içerisinde, abinin seni koruduğunu bilerek yaşıyorsun.
O zaman dayanılmaz ruhsal yolculuğun cazibesine kapılıyorsun.