6 Aralık 2013

Hindistan mı, Kral Çıplak Diyecek Yok Mu?


Kral Çıplak Diyecek Yok Mu?



Uzun zamandır Hindistan yolculuğu üzerine konuşulmayan ve anlatılmayan tarafları yazmak istiyordum.

Öncelikle ruhsallık üzerine kimsenin anlatmayı tercih etmeyeceği bazı gerçekler için “Kral Çıplak” diyeceğim. 

Hadi en baştan başlayalım

Her bir yolculuğa büyük bir heves ve beklentiyle çıkmışım… Ruhsallık üzerine duymadığım kalmamış, içim kıpır kıpır her yere gitmek, görmek istiyorum. Beklentiyle çıkıyorum çünkü ortalık o beklentiyi yaratacak o kadar çok kişiyle dolu ki, kesin bildikleri bir şey var diyorsunuz. O ülkede şöyle bir şifacı var, bu ülkeden böyle enerjiler akıyor, ooo herkes bir şey söylüyor. Ama bir taraftan da yollara çıkmak cesaret istiyor, ha deyince olmuyor. Yapılacak bir şey yoktu ve yolculuklar başladı....


İran’dan çıktık yola Nepal’e vardık. Nepal kesmedi, daha yüksekteki tapınaklara gitmeliyim dedim dağlara düştüm. Himalayalar’dan, Tibet’in kıyılarına ve Everest’e doğru uzanan bir yolculukta günlerce yol kat ettim. 5500 de artık dursam iyi olur dedim ve aşağıya indim. Ölüleri de yaktım, sadularla da konuştum... yol kesmedi daha doğuya gidelim dedik, uzak doğuya kadar vardık. Geri geldik. Dünya haritasında bir yukarı, bir aşağıya, o meditasyon senin, bu şaman benim, bu şifacı, o guru hareket ettik durduk.



En son Hindistan yolculuğu ile bu yazı elinize geçmek için son halini aldı. Hindistan’a artık aramayı bırakmış tamamen turist kafasında gitmeye karar verdim. Tabi bir taraftan ruhsal çalışmaları ile ün yapmış bir ülkede tamamen turist olmak benim için imkansızdı. Bu yüzden yolculuğumu şenlendirmeye karar verdim. Aşramlarda olacaktı, otellerde, Taj mahalde olacaktı, dağlardaki tapınaklarda.
Sonuçta insanlar dünyanın parasını verip buralarda aylarca kalıyor ve ülkelerine dönüyorlardı. Neydi buraya o insanları çeken? Neydi sorulara cevap aramak için yollara düşüren?




Bir çok tapınakta ki hoca ile konuştum. Bazısı bizim burada ki cami hocası kadar bilgisi birikimi, eylemleri. Farkındalık yolcusu sanıp peşine düşen çok.

Düşünün İngiltere’de yaşan birisiniz ve tasavvuf çok ilginizi cezbetti. Bunu öğrenmeliyim diye yollara düştünüz. 
Bir anda fatihte bir tarikatta buldunuz kendinizi. İki seçeneğiniz var, gerçekler için gözlerini açmak. Diğeri de fotoğraf makinenizi alıp en ilginç kareleri çekip işte tasavvuf eğitimi için buradaydım deyip ülkenize dönmek. 
Peki gerçek tasavvuf Fatihteki o tarikatta mı?

Kim bilir...


Bazısı eğitmen tıpkı bizim buradaki spor hocaları gibi. Bazısı kullandığı yöntemin bir araç olduğunu fark etmiş yoluna devam etmekte. Zaten aklı olan Hintli çoktan başka ülkelere çekip gitmiş. Ülkesinde kalan ve farkındalığı yaşayan ise refah içerisinde. Zaten kim dedi sefillik çek ve oralarda sefaletin içinde yaşa diye? Sevgini, yapacağın fedakarlıkla test etmek isteyen bir tanrı mı var?

Kısacası öyle bir hale gelmiş ki bu Hindistan ....Öyle bir şey ki bu Hindistan 3 ay sonra siz siz olmaktan çıkıyorsunuz. Her Hindistan’a gidip bir sertifika alıp gelen guru oluyor. Yogacılardan, pilatescilere, spiritüelcilerden, ruhsalcılara, enteresan her giden de doğru kişiyi hemencecik buluyor o devasal kıta da. Giden eğitilmiş dönüyor ve bir anda daha fazla pirim yapıyorsunuz. Daha saygın, yetkin ve üstün oluyorsunuz. Parası olmayan, olupta gidemeyen, gidipte gerçeği tüm çıplaklığı ile anlatamayan bu senaryoya devam ediyor. Ayrıca niye “Kral Çıplak” desin ki. O kadar masraf yapılmış, zaman harcanmış ve yollara düşülmüş. Eee insanlarda buna kocaman bir etiket takmaya hazır, niye elindeki tacı kaybetsin ki? Aynı oyuna o da devam ediyor. 
Anlat anlat bitmiyor, bunları gördüm, bunları duydum, buralarda yaşadım, böyle uyumlandım…

Sonrasında kocaman bir ticaret yuvasına dönüyor her şey.

İşte o noktada bir kez daha şunu netçe görmüş oldum.Soruların cevaplarını o kadar çok dışarıda arıyoruz ki, doğru cevap çok uzaklarda olmalı. Mistik olmalı, ulaşılması zor, elde etmesi imkansız olmalıydı.

Tabi ki biz durduk yere bu fikirlere kapılmadık. Eğitmen sanıp peşine düştüklerimiz, kitap sanıp okuduklarımız, ruhsalcılık üzerine bir sürü kirli bilgi bunu yarattı. Dünya ve ruhumuz evrimleşirken biz belki de bilgi aynı kalsın istedik. Ama mümkün değil, dönem, ruhlar, enerjiler ve hisler değişti. 
Geçmişe ait bir çok ruhsal öğretilerde evrimleşmek zorunda.  Geçmişin farkındalık yolcusu o günün şartlarında onu yapması gerekiyordu, bugün sen aynısını yapmak zorunda değilsin. O Himalayalar’a çıktı ve rüzgarı dinledi ama belki de kulağında walkman’i olsaydı müzik dinliyor olacaktı.

Fakat gerçek ruhsallık bu değil. Zaten çıkılan her yolculuk ruhsal bir yolculuktur. Aradığın farkındalık her yerde olabilir. Bir Paris seyahatinde, evde televizyonun karşısında oturmuş soyduğun portakal kabuklarını sobaya atarken, Himalayalar’ın tepesinde ipodunda çalan 80 ler müziğiyle... işte her an yeter ki aklın fikrin orada olsun o gelecektir. Kulaklığında ki ipod’u çıkartıp illa kuş seslerini dinlemek zorunda değilsin, Coco Chanel parfümün varken tütsü kokusuna bulanmak zorunda değilsin, Amerika da kahveni yudumlamayı bırakmak zorunda değilsin!



Ne mekanlar, ne hocalar, ne de aldığın eğitimler seni değiştirmeyecek. Sen istediğin ve değişmeye niyet ettiğin için sadece onlar bir aracı olacak. İşte o noktada aydınlandığın yer  Las Vegas’ın ortasında kumarhanelerin içinde de olabilir, gittiğin caminin halısının üzerinde de. Fakat bil ki o camiye gitmek, o tapınağa ulaşmak seni değiştirmeyecek. 




İşte bu yüzden çıkılan her yolculuk bir ruhsal yoldur. Hele ki içerisinde teslimiyet varsa işte o zaman o sesi duymaya mecbur kalırsın. Dünyanın bir ucunda İki kahve arasında seçim yapacaksan ve ikisinin de ne olduğuna dair bir fikrin yoksa sezgilerine soracaksın. Yemek menüsünde ismini bile anlamadığın yemekleri seçmen gerekiyorsa, kaybolduğun sokakta nereye gitmen gerektiğini biri kulağına fısıldaması gerekiyorsa sezgilerin ile tekrar iletişim kurmaya mecbursun.

İşte o zaman öğrenmeye başlıyorsun, günlük hayatta sürekli zihnine sorduğun bazı soruların cevaplarını artık basit ya da zor diye ayırmadan içine sormaya başlıyorsun... işte bu dışarıda değil içeri de yaşamana sebep oluyor. Sakın yanlış anlama içerisi dediğin yalnız değil, kendi halinde kalma değil, içine kapanık olma hiç değil. kocaman bir bilgi ve deneyime açılan kapının bir titreşim seviyesi. Tam ve bütünsün. Tabi ki diğer türlüde tam ve bütünsün. 

Peki ne farkı var? Birinde sadece bu anda tam ve bütünsün. Diğerinde tüm zamanlar ve olasılıklarda tam ve bütünsün. Hani hatırla birini düşündüğün zaman o kişinin seni araması, gördüğün rüyanın çıkması, istediğin çikolatanın gelmesi, hayalini kurduğun kişiyle karşılaşman. Anda mıydın? 
Hem evet hem hayır. Andaydın fakat tüm olasılıkların anındaydın.
İşte o zaman kendini sanki kocaman bir ailenin içerisinde, abinin seni koruduğunu bilerek yaşıyorsun.
O zaman dayanılmaz ruhsal yolculuğun cazibesine kapılıyorsun.

1 yorum: